| Luther'in 
                                      deneyler sonucu öğrendiği acı bir gerçek, 
                                      ne kâmillik, yani şeriat yolunun, ne de 
                                      mistisizmin çizdiği alçakgönüllülük ve kendini 
                                      inkar etme yolunun onu Tanrı'nın lütfünden 
                                      emin olma durumuna götürmediği idi. Kutsal 
                                      Yasa'nın buyruklarını sevinçle ve özgür 
                                      bir yürekle yerine getiremiyordu, çünkü 
                                      Tanrı'yı , değil, kendini seviyordu. Mistisizm 
                                      yolu, iyi işlerinin yolundan daha iyi idi, 
                                      ama o da onu sonuna dek götüremiyordu. Kendi 
                                      kalbinde Tanrı değil, bencillik ve gurur 
                                      bulunuyordu. Her yönden yol kapalıydı. Luther 
                                      keşiş arkadaşlarına bakınca, çoğu bedensel 
                                      ve ruhsal bakımdan iyiydiler. Kendisine 
                                      de aşırıya kaçmamak için "akıllı bir 
                                      orta yolu" seçmesini öneriyorlardı. 
                                      Ama, "Tanrı'nın her şeyde o denli titiz 
                                      olduğunu düşünme" şeklindeki öğütleri 
                                      Luther için iblisin sesiydi. Tanrı her şeyi 
                                      eksiksiz istiyordu, öfkeliydi, tehdit ediyordu. 
                                      Luther'in yüreğinde, Augustinus'u okuduğu 
                                      zaman da gördüğü korkunç "önceden seçiş" 
                                      düşüncesi uyandı. İnsan gözleriyle baktığı 
                                      zaman, insanların çoğunun cehenneme doğru 
                                      gitmekte olduğunu gören Pavlus bile : "Böylece 
                                      Tanrı, istediğine merhamet eder, istediğinin 
                                      yüreğini katılaştırır ...Ama, ey insan, 
                                      sen kimsin ki Tanrı'ya karşılık veriyorsun? 
                                      Kendisine şekil veren, şekil verene, 'Beni 
                                      niçin böyle yaptın' der mi?" (Romalılar, 
                                      9 : 18-20) dedi. Luther şöyle düşünüyordu 
                                      : "Kimileri kurtulacağını bildikleri 
                                      için güvenli ve sevinçli olabiliyorlar. 
                                      Ben Tanrı'dan ancak canımın kurtulacağına 
                                      ilişkin bir güvence, istiyorum, ama alamıyorum. 
                                      Belki benim istememem değil, ancak Tanrı'nın 
                                      istememesidir. Herhalde ben Tanrı'nın kurtuluşa 
                                      seçtiği kişilerin arasında bulunmuyorum. 
                                      Onun için her ne yaparsam boşunadır."  
                                       
                                      Luther ne denli çok çabaladıysa da Tanrı'nın 
                                      sanki : "Seni istemiyorum! Mesih'i 
                                      sana vermek istemiyorum! Ben Tanrı'yım, 
                                      istediğimi yapamaz mıyım?" dediğini 
                                      duyuyordu. Böylece Luther, Tanrı'nın çocuğuna 
                                      verebileceği en ağır sıkıntıya düştü. Tanrı'nın 
                                      onu bırakmış olabileceği düşüncesi, ona 
                                      gerçek gibi geliyordu. Luther'in ruhsal 
                                      yapısı öylesine duyarlı idi ki, her an yüreğinin 
                                      en derin düşünceleriyle Tanrı'nın huzurunda 
                                      durduğunu sezinliyordu. "Cehenneme 
                                      seçildiysem, bu cehennem azabının başlangıcıdır. 
                                      Önümde cehennem, vicdanımda Tanrı'nın gazabı 
                                      ve yargısı, cehennemin dibi budur" 
                                      diyordu.  
                                       
                                       Tanrı'nın kendini bıraktığı korkusu 
                                      Luther'de dehşetli düşünceler uyandırdı. 
                                      Tanrı'ya karşı tiksinti, kin ve öfke göstermeye 
                                      başladı. Bütün varlığıyla kendisini arayan 
                                      birini cehenneme atan Tanrı, zorba, kaprisli 
                                      ve gaddar bir varlık olmalı diyordu. Ona 
                                      karşı yargı altında olan kişi ancak şiddet 
                                      ve karşı gelme duyguları duyabilir.     
                                       
                                      Luther'in acısı dayanılmayacak hale gelmişti. 
                                      Düşüncelerinden dolayı hastalandı. Hastalığında 
                                      Tanrı'ya karşı gelme duygusu ile sıkıntı, 
                                      umutsuzluk, ilgisizlik halleri değişiyordu. 
                                      Kendisine öyle geliyordu ki, bir insanın 
                                      kaderi ve dünyanın gidişi şansa bağlı, kaprisli 
                                      bir Tanrı'nın elindeydi.   
                                           
                                       
                                      Luther'in dayanılmaz acılarından söz ettik. 
                                      Bunlar Luther'in sağlığını bozdu ve onu 
                                      insanlığın büyük çilekeşlerinden biri yaptı. 
                                      Doğal olarak bazen iyi ve mutlu olduğu zamanları 
                                      da vardı. Olmasaydı, bedensel gücü ve aklının 
                                      ışığı çoktan tükenecekti. Bir gün Luther 
                                      acılarını şöyle anlatıyordu: "Böyle 
                                      sıkıntı ve acı ,çeken adamı tanıyorum. Uzun 
                                      süreli değillerdi, ama hiç bir dilin anlatamayacağı, 
                                      hiç bir kalemin yazamayacağı ve aynı acılardan 
                                      geçmeyenin inanamayacağı ölçüde büyük cehennem 
                                      azaplarıydı onlar. Uzun süreli, yarım saat 
                                      ya da bir saatin onda biri kadar bile sürseydiler, 
                                      bu adam tümüyle yok olur, kemikleri yanıp 
                                      kül olurdu. Bu acılar içinde Tanrı ve bütün 
                                      yaratılanlar ona korkunç öfkeli geldi. O 
                                      zaman ne kendi dışında, ne de içinde kaçacak 
                                      bir yer ya da bir teselli yoktu. Her yandan 
                                      ancak suçlamalar geliyordu. Bu durumda çilekeş 
                                      insan: 'Öfkenle beni cezalandırma' diye 
                                      dua etmeye cesaret bulamaz, sadece: 'Huzurundan 
                                      atıldım', diyebilir. Böyle anlarda insan 
                                      hiç bir zaman kurtulamayacağına inanıyor, 
                                      aksine cezasını daha çekemediğini seziyor. 
                                      Bu ceza sonsuz olduğu için insanda ancak 
                                      bir yardım özlemesi kalıyor, ama yardımı 
                                      nereden isteyeceğini bilmiyor. O zaman insan 
                                      sanki Mesih'le birlikte çarmıhta asılı duruyor, 
                                      'kemikleri bile sayılabilir. Varlığında 
                                      acı, kin, korku ve üzüntü olmayan en ufak 
                                      bir yer bile yoktur. Bunlar da sonsuza dek 
                                      sürecek gibidir. Bir başka sefer de Luther 
                                      şöyle anlatıyordu : "içine düştüğüm 
                                      umutsuzluğun ne denli iyi ve 'beni kurtuluşa 
                                      ne denli yakın çektiğini anlayıncaya dek, 
                                      birçok kez doğduğuma pişman olarak umutsuzluğun 
                                      dibine bırakıldım."  
                                       
                                      Bu sözleri söylerken Luther acılı yıllarında 
                                      kendine yakın, babacan arkadaşı, ruhsal 
                                      öğütçüsü ve avutucu olan adamı anımsıyordu. 
                                      Luther'in sonradan söylediklerine göre, 
                                      bu adam olmasaydı, sıkıntıdan yok olurdu. 
                                      Bu, adam Luther'in en üst şefi olan, Augustinusçu 
                                      manastırların başmüfettişi, Wittenberg Üniversitesinin 
                                      profesörü, doktor Johan von Staupitz idi. 
                                            
                                       
                                      Doktor Staupitz, zamanında büyük saygı gören 
                                      kişiydi. Ona durmadan saygı ve sevgi gösterileri 
                                      yapıldı, yeni görevler ve unvanlar verildi. 
                                      Staupitz soylu, dünya görmüş, nazik, şakacı, 
                                      her yerde beklenen, soyluların güvendiği 
                                      bir adam ve ruhani öğütçü idi. Buna karşın 
                                      alçakgönüllü ve dürüst, bu dünyaya bağlı 
                                      olmadığı için özgürce yaşayabilen bir sofiydi. 
                                      Bu etkili kişi Luther'i Erfurt'ta buldu, 
                                      Wittenberg Üniversitesine gönderdi. Gördüğümüz 
                                      gibi, Luther'i öğrenimini sürdürmeye ikna 
                                      etti. Sonra onu Wittenberg manastırının 
                                      baş rahip yardımcısı, daha sonra da bütün 
                                      Augustinusçu manastırların müfettiş yardımcısı 
                                      yaptı. Ama Luther, Staupitz'e en çok onu 
                                      umutsuzluk bataklığından çıkardığı için 
                                      gönül borçlusu oldu. Staupitz'in, Luther'e 
                                      yardım ettiği ilk nokta, gerçek tövbe konusundaydı. 
                                      Luther, kendisinde sevgi buramadığı için, 
                                      gerçekten tövbe edemiyordu. Şimdi kendisi 
                                      gibi düşünen ünlü, bilgini ve ruhsal öğütçüsü 
                                      ile karşılaşmış. Staupitz, Luther’i; tövbede 
                                      kendi gücüne güvenmemesi konusunda uyardı. 
                                      Kendine güvenmesi, bu konuda gururuydu. 
                                      Luther şöyle anlatıyor : "Bizim lütuf 
                                      öğretimiz insanı değil, Tanrı'yı onurlandırır, 
                                      diye açıklayarak beni avuttu." Sonra 
                                      Luther; kısa kateşizminin üçüncü bölümünde: 
                                      "inanıyorum ki, kendi akıl ve gücümle 
                                      Rabbim İsa Mesih'e gelemiyorum, Ve ona inanamıyorum" 
                                      dediği zaman Staupitz'in öğrettiklerini 
                                      aynen aktarıyordu. Luthercilikte bugün bile 
                                      öğretilen tövbe öğretişinin temeli şöyle 
                                      : gerçek tövbe, ancak Tanrı'ya olan sevgiyle 
                                      başlar. Bunu Luther'e Staupitz öğretti. 
                                      Sevgi, tövbe eğitiminin sonuç ya da doruğu 
                                      değildir tövbe Tanrı sevgisini tatmakla 
                                      başlıyor. Staupitz'in, Luther'e yardım ettiği 
                                      başka bir konu da Tanrı'nın reddetmesiydi. 
                                      Staupitz ona, "Tanrı bizi reddediyormuş 
                                      gibi davrandığı zaman da onun isteğine uymalıyız. 
                                      Çünkü bu bencilliğimizden uzaklaşmak ve 
                                      koşulsuz olarak Tanrı'ya güvenmemiz için 
                                      gereklidir" diye açıklıyordu. Staupitz, 
                                      Luther'i buraya dek getirdikten sonra, onu 
                                      umutsuzluğun dipsiz bataklığından çıkarıp 
                                      gökkuşağının üstünde oturan yargıç Mesih 
                                      yerine, bambaşka bir Mesih anlayışı getirdi. 
                                            
                                       
                                      Luther'in yazılarında en çok kullandığı 
                                      Kutsal Kitap ayeti, İsa'nın çarmıhtaki : 
                                      "Tanrım, Tanrım, beni niçin bıraktın!" 
                                      haykırışıydı (Matta, 27 : 46). Staupitz, 
                                      bir çok kişinin böyle öğretmesine karşın, 
                                      İsa'nın örnek yaşamının taklit edilemeyeceğini 
                                      --bunu zaten yapamayız-- ama İsa’nın bize 
                                      sadece Tanrı'nın bir armağanı olarak verildiğini 
                                      öğretti. İsa'nın yaşamı, beşikten mezara 
                                      dek "bizim için" yaşanmıştı. İsa 
                                      çarmıhtaki acı sözlerini söylediği zaman, 
                                      orada bizim yerimize asılıydı. Bedeninde 
                                      bizim günahlarımızın cezasını ve suçluluğunu, 
                                      Tanrı'nın öfkesini ve İnsanların acılarını, 
                                      vicdanında da Tanrı'nın kendisini terk etmiş 
                                      olmasının korkusunu yaşadı. Bunların hepsi 
                                      bizim için oldu, Bunun anlamı da şudur : 
                                      en derin umutsuzluk ve en büyük acı içinde 
                                      olduğumuz zaman bile tek başımıza bırakılmış 
                                      değiliz, acı çeken Kurtarıcımız yanımızdadır. 
                                      Bizler Tanrı tarafından terkedilmiş olmak 
                                      korkusundayken, Mesih'in o yolu bizden önce 
                                      yürüdüğünü ve bizim için bu acıyı hafiflettiğini 
                                      unutmayalım. Kendisi her şeyde sınandığı 
                                      ve elem çektiği için, sınananlara yardım 
                                      edebilen bir Kurtarıcımız vardır.      
                                       
                                      Kurtarıcımızın bizim için yaptıklarını Luther'den 
                                      sonra kimse bu denli derin anlamda anlamamıştır. 
                                      Ne var ki, kendisi karanlık gecenin bitmekte 
                                      ve parlak bir günün doğmakta olduğunu daha 
                                      anlayamıyordu.
                                      
                                     Sonraki 
                                      Bölüm "KULE 
                                      OLAYI"  |